İklim Kuşağı Konuşuyor’da Atlas Sarrafoğlu, balinaların doğa hakları için açılan tarihi davadan Kanada’daki gençlerin iklim mücadelesine, Brezilya’daki ormansızlaşmadan Karayipler’deki iklim adaleti çağrısına uzanan küresel gelişmeleri aktarıyor.
Merhaba sevgili Apaçık Radyo dinleyicileri. İklim Kuşağı Konuşuyor programına hoşgeldiniz, ben Atlas Sarrafoğlu. Yine bugün size iklim aktivisti gözünden iklim ile bağlantılı haberleri sunmak için buradayım.

İlk haberim biyoçeşitliliği korumak amacıyla açılan bir dava; Meksika’da tarihte ilk kez inanılmaz derecede önemli bir şey oldu: Balinaların doğuştan gelen haklara sahip varlıklar olarak tanımayı talep etmek üzere bir dava açıldı. Bu gelişme, Hindistan, Yeni Zelanda ve Ekvador gibi ülkelerde nehirler, dağlar ve ormanlara haklar tanınmasını sağlayan 'doğanın hakları' hareketi sayesinde mümkün oldu ancak bu, doğa hakları yasasının ilk kez balina gibi bir büyük tür için uygulanması anlamına geliyor.
Bu davayı, Nuestro Futuro ve Eco adlı iki örgüt başlattı. Genç aktivistlerden ve hukukçulardan oluşan bu ekip, balinaların ve Kaliforniya Körfezinin korunması için yasal mücadele veriyor. Kaliforniya Körfezi, “dünyanın akvaryumlarından biri” olarak biliniyor — çünkü dünyadaki deniz memelisi türlerinin yüzde 39’u burada yaşıyor. Ancak şu anda, Saguaro Projesi adlı dev bir LNG (sıvılaştırılmış doğal gaz) boru hattı tehdidi altında. Bu proje, Teksas’tan başlayıp Kaliforniya Körfezi üzerinden Asya’ya LNG taşımayı planlıyor. Eğer gerçekleşirse,: gürültü kirliliği, gemi çarpışmaları, göç yollarının bozulması, beslenme ve üreme düzenlerinin kesintiye uğraması gibi deniz yaşamı için yıkıcı etkiler doğuracak
Daha önce yerel topluluklar Mitsubishi’nin tuz madeni gibi mega projeleri durdurmayı başarmıştı. Şimdi “Whales Demand Justice — Balinalar Adalet İstiyor” kampanyasıyla balinalara yasal kişilik kazandırılması ve Kaliforniya Körfezi’nin “kritik yaşam alanı” ilan edilmesi hedefleniyor. Böylece bölge, gelecekteki fosil yakıt ve mega projelere karşı korunabilecek.
Meksika’daki sivil toplum da bu kampanyayı desteklemek için hızla örgütleniyor. Eco ve Nuestro Futuro tarafından başlatılan “Balinaların Koruyucuları” adlı kampanyada vatandaşlar hükümete hitaben bir mektup imzalıyor. Hedef, Aralık ayına kadar 5 bin imza toplamak.
İyi haber şu ki, Sierra Club şimdiden bu projeye karşı dava açtı. Ama daha fazla kamuoyu baskısı gerekiyor.
Unutmayın, balinalar sadece okyanusları değil, bizi de birbirimize bağlıyor. ABD’nin batı kıyısından Kanada’ya, oradan Alaska ve Kuzey Kutbuna uzanan göç yolları, aslında adalet, doğa hakları ve iklim mücadelesi arasındaki bağı temsil ediyor.

İlk haberimizin ardından şimdi dünyada gündemdeki bir başka önemli iklim davasına, Kanada’ya uzanıyoruz.
Kanada’da tarihe geçecek bir iklim davasının geri sayımı başladı. “La Rose v. His Majesty the King” davası yani Rose’un Majestelerine açtığı dava, Kanada tarihinde gençler tarafından açılan ilk federal iklim davası olacak. Bu davayı açan 15 genç, Kanada hükümetinin fosil yakıtların üretimini ve kullanımını sürdürmesinin, “yaşam, özgürlük ve kişi güvenliği” haklarını ihlal ettiğini söylüyor. Gençler, Anayasal haklarının korunması için mahkemeden iki şey talep ediyor: hükümetin mevcut politikalarının bu hakları ihlal ettiğinin resmen ilan edilmesi ve Kanada’nın enerji sistemini karbondan arındırmak, iklimi istikrara kavuşturmak için bir iklim toparlanma planının hazırlanıp uygulanması.
Bu dava, yalnızca iklim adaleti için değil, aynı zamanda gençlerin kendi geleceklerini savunmaları açısından da büyük bir anlam taşıyor. Gençler, hükümetlerini sorumlu tutarak, iklim krizine karşı adalet mücadelesinde yeni bir sayfa açıyor.
Davanın arkasında iki önemli kuruluş yer alıyor: çocukların ve gençlerin iklim davalarını destekleyen uluslararası bir hukuk örgütü olan Our Children’s Trust ve Kanada’nın en saygın çevre hukuku kuruluşlarından biri olan West Coast Environmental Law (WCEL). Bu iki kurum, davanın yasal temelini güçlendirmek ve kamuoyunu bilgilendirmek için güçlerini birleştirdi.
WCEL yaptığı açıklamada, “Bu sesler duyulmayı hak ediyor. Mahkemelerde de, seçilmiş temsilciler nezdinde de. Onların adalet önünde konuşma hakkını elde etmesi için elimizden geleni yapacağız,” dedi.
Kanada’da orman yangınlarının, sellerin ve aşırı hava olaylarının arttığı bir dönemde gençler, artık bu krizlerin uzak bir tehdit değil, hayatlarını doğrudan etkileyen bir gerçeklik olduğunu söylüyor. Gençlerin Kanada’ya karşı açtıkları dava, gençlerin mahkemelerde yükselen sesi olarak, iklim krizine karşı geleceği savunmanın adaletle buluştuğu bir dönüm noktası olmaya hazırlanıyor.

Şimdi, iklim adaletinin mahkeme salonlarından çıkıp tarlalara ve yağmur ormanlarına uzandığı Brezilya’ya bakalım.
Yeni yayımlanan bir rapora göre, Brezilya’da kahve üretimi ile bağlantılı ormansızlaşma son 20 yılda tehlikeli boyutlara ulaştı. Coffee Watch’un verilerine göre, 2002-2023 yılları arasında kahve mahsulleri nedeniyle 737 bin hektarlık orman alanı yok oldu. Bu durum yalnızca ekosistem ve iklim açısından değil, kahve üretiminin geleceği açısından da ciddi bir tehdit oluşturuyor.
Brezilya, önümüzdeki ay Amazon Nehri kıyısındaki Belém kentinde düzenlenecek Birleşmiş Milletler İklim Zirvesi COP30’a ev sahipliği yapmaya hazırlanırken, ormansızlaşma ülkenin en önemli gündem maddesi haline geldi. Coffee Watch direktörü Etelle Higonnet, “Ormansızlaşma sadece emisyon ve biyoçeşitlilik açısından bir felaket değil, aynı zamanda yağışları azaltarak mahsul kıtlığına yol açıyor” diyerek Brezilya hükümetine uyarıda bulundu.
Verilere göre, ülkenin en büyük kahve üretim bölgesi Minas Gerais’da son on yılın sekizinde yağış kıtlığı yaşandı. Uydu görüntüleri de toprak neminin altı yılda yüzde 25’e kadar azaldığını gösteriyor. Bu durum, geleneksel olarak yağmurlara bağımlı olan kahve üreticilerini maliyetli sulama sistemlerine yöneltti.
Raporun sonunda, Brezilya’daki üreticilerin sürdürülebilir tarım uygulamalarına geçmesi gerektiği vurgulanıyor. Şu anda bu yöntemler, ülkenin kahve bölgelerinin yalnızca yüzde 1’inden azında uygulanıyor. Eğer bu durum değişmezse, Brezilya’nın hem kahve üretimi hem de iklim taahhütleri ciddi bir risk altında kalacak.

Peki, COP30 yaklaşırken dünya liderleri bu tabloya nasıl yanıt verecek? Gözler şimdi Brezilya’nın Belém kentinde toplanacak zirveye çevrilmiş durumda.
Önümüzdeki ay Brezilya’nın Belém kentinde düzenlenecek olan COP30 öncesi, dünya iklim kriziyle ilgili en sert uyarılardan birini Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri António Guterres’ten aldı. Guterres, The Guardian ve Amazon merkezli haber kuruluşu Sumaúmaya verdiği özel röportajda, insanlığın 1,5 derece hedefini artık kaçırdığını açıkça itiraf etti. Bu sözleriyle, küresel iklim politikasında uzun süredir dile getirilen “son şans” döneminin resmen sona erdiğini ilan etti adeta.
António Guterres, “Gerçek şu ki, önümüzdeki birkaç yıl içinde 1,5 derece sınırının aşılmasını önlemekte başarısız oluyoruz,” dedi ve ekledi: “Bu sınırın aşılmasının yıkıcı sonuçları var. Bu sonuçlardan bazıları Amazon’da, Grönland’da, Batı Antarktika’da ya da mercan resiflerinde ortaya çıkabilecek geri dönüşsüz eşik noktaları.”
Birleşmiş Milletler’in son raporuna göre, 60’tan fazla ülkenin sunduğu iklim planları, emisyonları 2035’e kadar 2019 seviyelerine kıyasla sadece yüzde 10 azaltmayı öngörüyor. Oysa 1,5 derece hedefinin altında kalabilmek için bu oranın altı kat fazla olması gerekiyor. Guterres, bu durumu “trajik bir başarısızlık” olarak nitelendiriyor ve COP30’da en büyük önceliğin rotayı değiştirmek olması gerektiğini söylüyor: “Yön değiştirmek mutlak bir zorunluluk. Aksi halde Amazon’u bir savana olarak görmek zorunda kalabiliriz — ve bu, çok gerçek bir risk.”
Ancak António Guterres’in mesajı sadece iklim bilimiyle sınırlı değil; aynı zamanda politik ve kültürel bir çağrı. Yerli halkların bilgi birikiminin ve doğayla kurdukları ilişkinin, gezegenin geleceği için hayati olduğunu vurguluyor: “Doğanın en iyi koruyucuları yerli topluluklardır. Onlara yatırım yapmak, sadece bir nezaket değil, bir zorunluluktur. Çünkü doğayla uyum içinde yaşamanın anlamını bize en iyi onlar öğretebilir.”
Genel Sekreter, siyasi liderlerin ekonomik krizler ve kısa vadeli çıkarlar yüzünden doğayla uyumlu bir yaşam anlayışını çoğu zaman göz ardı ettiğini söylüyor. Bu nedenle, liderler arasında doğa farkındalığını artıracak sürekli bir eğitim süreci gerektiğini belirtiyor ve ekliyor: “Bu konuda en iyi öğretmenler yerli topluluklardır.”
António Guterres, COP sistemine yönelik eleştirilere de yanıt vermiş. “Bazıları bu süreçlerin işe yaramadığını söylüyor,” diyor ve ardından uyarıyor: “Ama alternatif dediğimiz şey, herkesin kendi çıkarına göre davrandığı bir kaos olur. Böyle bir durumda kazananlar yalnızca küçük bir ayrıcalıklı elit olur; bazı insanlar ve şirketler kendilerini korurken, geri kalan dünya felaketin yükünü taşır.”
Gelecek yıl görev süresi sona erecek olan António Guterres, dokuz yıllık Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliği dönemine bakarak, iklim ve doğa konularına daha erken odaklanmış olmayı dilediğini itiraf ediyor. “İklim eylemine olan bağlılığımdan, biyolojik çeşitliliğe olan inancımdan, doğayı koruma kararlılığımdan ve doğa anamızı savunan tüm hareketleri destekleme taahhüdümden asla vazgeçmeyeceğim.” diyerek kararlılığını bildiriyor.
Ve böylece COP30 yaklaşırken, dünyanın önünde çok net bir tablo duruyor: 1,5 derece hedefi artık geride kaldı — ama Guterres’e göre mücadele bitmedi. Hâlâ bir yön değiştirme, hâlâ bir dönüşüm şansı var. Soru şu: İnsanlık, bu kez gerçekten dinleyecek mi?
Gezegenin iyileşmesi için, ülkelerin fosil yakıtlardan çıkışı hızlandırması, sürdürülebilir üretim ve beslenme sistemlerine yönelmesi ve doğayı korumayı merkezine alan uluslararası iş birliklerini güçlendirmesi gerekiyor.
Ancak hepsinden önce, bu krizi durdurmak için karar verip harekete geçmek gerekiyor — çünkü zaman daralıyor.

Son olarak da, iklim krizinin adalet boyutunu çarpıcı biçimde ortaya koyan Karayipler’e, Hurricane Melissa’nın yarattığı yıkımın merkezine gidelim ve iklim adaletinin önemini hatırlayalım.
Atlantik’te oluşan Melissa Kasırgası, saatte 300 km’yi aşan rüzgârlarıyla Kategori 5 seviyesine ulaştı ve Jamaika’ya doğru ilerliyor. Haiti ve Dominik’te can kayıpları yaşanırken, Jamaika’da “felaket boyutunda” sel ve toprak kaymaları yaşanıyor.
Bilim insanlarına göre Melissa’nın bu kadar güçlenmesinin nedeni okyanusların ısınması. İklim değişikliği, kasırgaların daha yıkıcı ve tehlikeli hale gelmesine neden oluyor.
Melissa Kasırgası, Kategori 5 özelliği ile Atlantik’in en güçlü kasırgalarından biri olarak büyük bir yıkıma neden oldu. Jamaika, Küba ve Haiti’de evler, hastaneler ve altyapı çöktü, elektrik kesildi. Ancak bu yalnızca bir doğa olayı değil; sömürgecilik geçmişiyle iklim krizinin kesiştiği bir adalet meselesi. Jamaika, küresel emisyonların yalnızca %0.02’sinden sorumlu olmasına rağmen, en ağır yıkımı yaşayan ülkelerden biri.
Yüzyıllar süren sömürgecilik, Karayipler’i ekonomik eşitsizlik ve kırılgan altyapıyla baş başa bıraktı. Deniz seviyeleri yükselirken, yoksul toplulukların yaşadığı alanlar sular altında kalıyor. Okyanuslar ısındıkça kasırgalar güçleniyor ve tarım, turizm, balıkçılık gibi temel sektörler çökerken halk daha da yoksullaşıyor.
Yine de Jamaika halkı direniyor: mangrov ormanları yeniden dikiliyor, kadınların öncülüğünde dayanışma ağları kuruluyor, evler iklim krizine karşı güçlendiriliyor. Bu, umudun adaletle birleştiği bir yeniden doğuş hikayesi. Zengin ülkeler içinse artık net bir sorumluluk zamanı: iklim borçlarını ödemek, kayıp ve zarar fonlarını desteklemek ve temiz enerjiyi adil biçimde paylaşmak.
Ve işte bir haftanın daha sonuna geldik sevgili Apaçık Radyo dinleyicileri. Bugün dünyanın dört bir yanından gelen haberlerle, iklim krizinin artık her alanda nasıl hissedildiğini, ama aynı zamanda direnişin ve umudun da nasıl büyüdüğünü konuştuk.
Balinaların mahkemeye taşınan hak mücadelesinden, gençlerin Kanada’da hükümetlerini sorumlu tutmasına; Brezilya’daki ormansızlaşmadan Jamaika’da adaletin dalgalarla birlikte yükselişine kadar… Tüm bu hikâyeler bize bir gerçeği hatırlatıyor: İklim krizi sadece bir çevre meselesi değil, adalet, eşitlik ve dayanışma meselesi.
Gezegenimiz bizden umutsuzluk değil, eylem bekliyor. Çünkü hâlâ yön değiştirmek mümkün. Ben Atlas Sarrafoğlu, bir sonraki İklim Kuşağı Konuşuyor programında görüşene dek kendinize, sevdiklerinize ve gezegenimize lütfen iyi bakın.


  
  
